Yüzmenin Kalp Ve Dolaşım Sistemi Üzerindeki Etkileri
Antrenmanlar ile kalbin dakika volümünü arttırmak mümkündür. Bu artışın gerceleşmesi maximal ve submaximal yapılan yüklenmelerle mümkündür. Yapılan araştırmalar kalbin dakika volümünü arttıran en iyi yolun submaximal (%70 ve altı) yüklenmeler olduğunu ortaya koymuştur. Kalbin dakika volümünün artması, dokuların oksijen ihtiyacının karşılanması bakımından çok önemlidir. Bu sebeple orta ve uzun mesafe yüzücülerin bu özelliğini geliştirmeleri önemlidir.
Bilindiği gibi, kalbin dakika volümünün artması, öncelikle atım volümünün (her atımda pompalanan kan miktarı) ve de kalp atım sayısının artırılması ile olanaklıdır. Su içindeki yatay pozisyon, kalbin atım volümünün ayakta duruşa oranla daha iyi olmasını sağlar. Çünkü, bu pozisyonda, kalbin kan ile doluşu daha iyi olur. Su içinde, suyun kaldırma kuvveti yerçekimine karşı koyar. Bu konumda kalp, kanı yer çekimine karşı atmak zorunluğunda kalmaz. Ayrıca, suyun kaldırma kuvvetinin yer çekimini karşılanması ve suyun alt ekstremitelere uyguladığı hidrostatik basınç, havada dik durumda iken karşılaşılan "Kanın alt ekstremitelerde toplanma eğilimini" elemine eder. Diğer taraftan, su içinde kalp, ısı düzenlemesine yardım amacıyla deriye fazla kan göndermek zorunda kalmaz. Bu kan çalışan kaslara aktarılır.
Özetlersek, yüzücülerdeki dolaşım diğer spor dallarındaki sporculara oranla farklılıklar gösterir. Bu durum, su içindeki vücudun yatay pozisyonda olmasına bağlıdır. Bu pozisyonda kalp kan ile tamamen dolar ve sonuçta kalbin tek bir kasılışında daha fazla kan vücuda pompalanır.
• Düzenli antrenmanların kalp üzerine yaptığı olumlu etkiler şunlardır.
1. Antrenman ile kalp odacıklarının hacmi büyür. Kalp odacıklarının büyümesi ile kalbin içine aldığı kan miktarı artarken, dakika volümü artar. İyi antrene edilmiş sporcularda kalbin yük altında bir dakika içinde pompalandığı kan miktarı 35-40 litreye kadar çıkabilmektedir.
2. antrenman sonucunda, kalp kaslarında "hipertrofi" denilen gelişme, kalınlaşma, kuvvetlenme meydana gelir. Bu gelişmelerle kalbin pompalandığı kan daha güçlü bir şekilde organizmaya dağılır.
Karate
Çin ve Japonya’da gelişen silahsız bir savunma türüdür. Karate, Japonca’da “boş el” anlamına gelir. Eski zamanlara dayanan silahsız dövüş geleneğinin devamı olan karate, Ryu - Kyu Adaları’ndan biri olan Okinava’da doğdu. Günümüzde Japonya’ya bağlı olan bu adalar, eskiden Çim’in egemenliğindeydi. 17. yüzyılda Okinava’yı ele geçiren Japonlar, ada halkının silahlanmasını yasakladı. Direnen halk, silahsız bir dövüş yöntemi geliştirdi. Bu dövüş daha sonraları spor niteliği kazandı ve 19. yüzyıl sonlarında Japonya’ya geçti. Karate, günümüzde her yaş ve kesimden birçok insanın ilgi duyduğu bir spordur.
Karate, özdenetim ve belirli bir ahlak anlayışına dayanır. Ustalarına göre bu spor saygıyla başlayıp, saygıyla sona erer. Dövüş sırasında yumruk ve tekme atmak belirli tekniklere göre yapılır.
Dövüşçüler pijamaya benzeyen, sağlam kumaştan yapılmış bol bir ceket ve pantolon giyerler. Hepsinin derecesini gösteren renkli kuşakları vardır. Dan denilen en yüksek derecedekiler siyah kuşak takar.
Üzerinde dört çizgi bulunan 8 x 8 metrelik alanda yapılan karşılaşmaları bir alan hakemi, dört yan hakem ve bir de gözlemci yönetir. Karşılaşmalar iki veya üç dakika sürer. Kimin kazandığı belli olmazsa, iki – üç dakikalık uzatmalara gidilir.
Karate vuruşları baş, yüz, gövde, karın ve bel de içinde olmak üzere sayı kazanılacak yerlere yapılır. Boğaza, gözlere, kasıklara vurulmaz. Vuruşlarda ellerin dış kenarları, parmak boğumları, ayak, diz ve dirsekler kullanılır.
Karşılaşma tam ve yarım puanların toplamı olan üç puanla kazanılır. Hücumlar her zaman yüksek sesle bağırarak yapılır. Bunun nedeni vücudun gerilmesini sağlamak ve aynı zamanda hakemi uyarmaktır. İyi karateciler sakin, çevik ve dengeli olur. Karşılaşmada hakemler karateye ilişkin terimler kullanır. Örneğin; hajime = başla, yamei = dur, jogai = alan dışı anlamına gelir.
Karateciler tüm dikkatlerini vuruş yapacakları noktaya yoğunlaştırırlar. Sürekli antrenman yaptıklarından dolayı, elleri ve ayaklarının vuruşlarda kullandıkları bölümleri sertleşir. Usta bir karateci üst üste duran bir tuğla ya da kalas yığınını tek bir el veya ayak vuruşuyla ikiye bölebilir.
Türkiye’ye 1962’de judoyla birlikte giren karatenin ülkemizdeki öncüleri yine judoculardır. Hakkı Koşar 1970 yılında uluslararası kuşak sınavındaki başarısıyla siyah kuşak sahibi olan ilk Türk karateci oldu.
Nilay AYDIN - Yazar Hakkında:
Makale Kaynağı:
http://www.makaleler.com/savunma-sporu-makaleleri/karate.htm
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder